Bir Kürt köyü olan Gençyürek’te sadece evlerin duvarları değil insanlar da eğridir. Hatta köyün hayvanlarının bile doğru bir yaşam sürdüğü söylenemez. Köy sakinleri, kuşaklar boyu kök saldıkları bu küçücük dünyalarını sevmektedir. Dünyada olup bitenler pek ilgilendirmez onları.
On iki yaşındaki “Şeytan Paşa“ ve çetesi köyde daha da acayip hale gelen her şeyin sorumlusudur. Yaptığı şeytanlıklarla ve yaramazlıklarla, ister köyün mollası olsun, isterse annesi ve kızkardeşi, çileden çıkarmadığı köy sakini yoktur. Afacan yaradılışı ve bıkıp usanmadan çevirdiği cinlikler yüzünden, köyde zaten allak bullak olan günlük yaşamı daha da karıştırır.
Bir gün oldukça şişman bir Alman soprano sanatçısı kadın köye ziyarete gelir. Bir süre burada kalıp, Kürt halk dansları üzerine bir doktora çalışması hazırlamak niyetindedir. Köyün feodal ağası, molla ve diğer erkekler ise bu sarı saçlı kadınla bir gün evlenme düşleri kurmaktadırlar. Köyün konuğu olup bitenlerden ne kadar bihaberse, Şeytan Paşa da dönen dolapları o kadar iyi bilmekte ve yeni cinliklerin peşinde koşmaktadır.
Sarışın ziyaretçinin gelişi başta köyü karıştırsa da, sonraları ortalık durulur. Zaman geçtikçe köy sakinleri, giderek yüksek sesle söylediği şarkıları bazen Kürtçe de seslendiren bu kadını kendilerinden biri gibi saymaya başlarlar. Yabancı kadın köylülerin ilgisini üzerine toplayadursun, köyün üstüne yavaş yavaş savaş bulutları çökmektedir. Şişman sarışın, bir süre sonra halk danslarını ve şarkı sözlerini ve kenara bırakıp, içinde bulunduğu durumu ortamı dikkatle izleyen bir gözlemci haline gelirken, köy ve çevresi de giderek yoğun bir militaristleşmeye sahne olur.
Köy sakinleri artık güvenliğin kalmadığı gerekçesiyle, bağırlarına bastıkları konuklarını köyü terk etmesi için iknaya zorlarlar.
Şeytan Paşa ve arkadaşları artık yetişkinliğe adım atmak üzeredirler. Hep birlikte gerillaya katılırlar.
Sarı saçlı kadın köyden ayrıldıktan kısa bir süre sonra askeri güçler köye saldırır ve Gençyürek’i yerle bir ederler.
Köyün eski çetesi Avrupa’ya kaçarken, geride kalanlara şehir yaşamının hüznünü yaşamaktan ve geçmişte kalan o Sarı Günleri özlemekten başka bir şey kalmaz.